5 Haziran 2012 Salı

GİRİT MUTFAĞI




O bembeyaz ve devasa gemilerden biri, beni bir kez daha Hanya’nın eski limanına yanaştırırken, gözümün ucunda akıp akmamakta kararsız, sevinçle karışık hüzün dalgalarına boğulmuş naçizane bir damlayı nihayetinde limana bırakıp, sabahın ilk ışıklarıyla beraber yüzüme yayılan tebessüm eşliğinde Rethimno, Rızvan köyünün yolunu tutuyorum.

İzmir kökenli Aspa, bahçe kapısında elindeki iki fincan kahveyle beni bekliyor. Bütün bahçeyi sarmalayan envai çeşit yabani ot; kahvelerimize kurabiye bandırıp, coşkuyla hasret giderirken sessizce bizi dinliyor. Aspa işe gittikten sonra, biraz dinlenip soluğu verandada alıyorum. Gözümün ucunda menekşe deniz ve bir kez daha Ege’nin incisi, dedelerimin toprağı Girit’teyim.Ve karnım aç! Dolapta biraz Girit gravyeri ve peksimetten başka bir şey yok. Gravyerin üzerine bal gezdiriyorum Girit usulü. Peksimeti az ıslatıp, üzerine bahçeden topladığım domatesleri rendeliyorum, bir avuç zeytin, biraz feta, kekik, taze sıkılmış yemyeşil zeytinyağı şenlendiriyor tabağımı. Domateslerin suyuyla yumuşayan peksimetler artık ısırılabilir kıvamda. Girit kahvaltısı dako (δάκο) hazır, midem mutlu, ben mutluyum. Akşama bütün takım eve toplanır, yemek yapmalıyım. Dağ başındayım, şehre inecek mecalim yok ve buna gerek de yok çünkü ben Giritliyim.

Doğanın bahşettiği arapsaçı, radika, şevket-i bostan ve ebegümeci gibi güzellikleri, bahçeden birer tencerelik toplayıp, iyice yıkayıp en küçük ocakta, en kısık ateşte, demlendirip, dolaptaki ev yapımı Girit rakısı, tsikoudia’dan kendime bir kadeh ısmarlıyorum. Artık isteyen gelsin, alnım açık; dört tencere yemekten yayılan mis gibi kokular bütün köyü sardı nasılsa…

Akşamüzeri çekirdek ailemiz mensuplarından; Aspa, sırt çantasının ucundan görünen flütüyle Haris, Katerina, Maria, lyra’sını kucağında bebek gibi taşıyan Fanis, udunu sırtlanmış Aleksandros, Giorgo ve Katerina işten döndüklerinde tencerelerin dibi kolayca görünüveriyor. Ve kimbilir kaçıncı kez utarak, ‘Biz ot toplamayı bilmiyoruz’ diyorlar.

Evet, yazık ki yakın çevrem dahil olmak üzere bütün dünyanın konuştuğu ve sağlıklı olması açısından esas aldığı Girit mutfağı, Girit’te yok olmak üzere. Mecburi postmodern yaşantılardan Girit’de payını fazlasıyla almış durumda. Artık kıyılarını saran kebapçılardan yayılan et kokuları hakim adaya; çoğunluğun ot toplayacak, yıkayacak, pişirecek zamanı yok.  Girit’e gelmişken Girit mutfağını denemek lazım, yüzden fazla yenebilen yabani ot varmış diyenler; kıyıdan uzak, Psiloritis dağı üzerine kurulu köylerde, Rethimno çıkışında bulunan ve eski bir Ermeni köyü olan Armenis’de, Hanya’da Osmanlı hamamından devşirme Tamam’da belki şansını deneyebilir. Yoksa dürüm döner (gyro) veya et şişe talim…

Küskünlüğü bir tarafa bırakmayı deneyecek olursam, günümüzde kısmen Girit’te fakat Girit’ten ziyade Küçük Asya’da mübadillerce hala yaşatılmaya çalışılan gerçek Girit mutfağı üzerine belki birkaç söz edebilirim:

Salyangoz (σαλιγκάρι); özellikle kemik erimesinden müzdarip olanlar, sözüm sizedir! Önyargılarınızı bir kenara bırakabilirseniz, tadı deniz ürünlerine çok yakın olan Girit’ in vazgeçilmezi, sizi ummadığınız ölçüde afsunlayacaktır. Girit manavlarında, marketlerinde filelere doldurulmuş halde satılan salyangozlar, ilk yağmurlardan sonra toplanır. Yeşil bitkilerin sadece filizlerini yiyerek hayatını devam ettiren salyangozlar, 4-5 gün saman, talaş veya bir paket kuru makarna içinde üzerine hava alabilecekleri türden kevgir benzeri bir araçla kapatılarak bekletildiklerinde salgılarını bırakırlar. Minik bir fırçayla sırtları sıvazlandıktan sonra, çeşitli şekillerde hazırlanabilir. Benim favorim buburisti (μπουμπουριστί): Fırçalama aşamasının ardından, salyangozlar teker teker tuza batırılıp, biberiye ve az elma sirkesiyle tavada çevriliyor. Sonra kürdan yardımıyla veya çatalın ucuyla kabuğunun içinden bütün halde çıkıyor. Üstelik ot toplarken bir sepette salyangoz toplamak hiç de zor değil.  Kabak, makarna, pilavla beraber, haşlama, ızgara haliyle Girit mutfağının hala sahip çıktığı salyangoz yazık ki mübadeleyle Küçük Asya kıyılarına ulaşamayan bir lezzettir.


Masamızın sultanı arapsaçı (μάραθα); rezene ailesinden, anason kokulu yabani bir ottur. Şimdilerde pazarlarda yetiştirilmiş haliyle de rağbet görmektedir lakin Giritliler illaki yabanisini tercih eder. Kemikli kuzu etiyle pişirildikten sonra un ve limon terbiyesiyle, gövdenize huzur dalgaları halinde yayılır. Toplandıktan sonra kurutulup, makarnalara çeşni olarak eklenebilir. Otlu böreklere lezzet katkısı ve yarattığı fark ise tartışılmaz.

Şevket-i Bostan veya nam-ı diğer Askalivri’yi (ασκαλίβροι)toplamak için çapa olması gerekir zira o bembeyaz köklerini toprağa bırakmak yazık olur. Haşlama salatası, zeytinyağı ve limonla ızgara bir balığın yanına pek yaraşır. Kemikli kuzu etiyle, un ve limon terbiyeli yemeği en ağır misafirlere gururla takdim edilir. Pistolaki ve Burnaz sülalelerinden gelen, Hanyalı iki dedem de şevket-i bostanın haşlandığı suyu avlu serinliğinde bir gece bekletip, ertesi gün içerlermiş; dediklerine göre böbrek taşı ve kumlarının dökülmesine yardımcı oluyormuş. Kimbilir belki de ‘Bahçeye Giritli gireceğine, keçi girsin’ sözüne en çok şevket-i bostan ilham vermiştir, zira keçiler sadece toprağın yüzeyindeki otları yiyebilir ama bir Giritli, doğanın sunduğu hediyeleri köküyle beraber değerlendirir!


Avronyez (αβρωνιές), başka bir deyişle sarmaşığın acısı ve tatlısı taze soğan ve yumurtalı klasik haliyle Giritli bir masanın vazgeçilmezlerindendir. Deniz ürünleriyle birlikte pişirme şekilleri yazık ki Küçük Asya’ya taşınmamıştır ancak Girit’te hala ahtapot, kalamar veya oğlak etiyle birlikte de tüketilir.

Karaciğer ilacı enginarı (ανκινάρες) daha ayıklarken yaprak diplerini kemirir bir Giritli, sapının dışındaki kabuğu limona yatırır, salata yapar. Kemikli kuzu etiyle, un ve limon terbiyeli yemeğini, pilavını, minik yavrularından turşusunu yapar. Baklayla veya bezelyeyle pişirir. Her türlüsüne yarım kaşık şeker ekleyince, lezzet doruk noktasına ulaşır. Bir Giritli, enginarın açık yeşil rengini kaybettirmeden, yani temizleme aşamasında limondan kısmadan altın ışıltısını korumayı bilir.

Mideye şifa ebegümeci (Μολόχα), sarımsaklı ve un, sirke terbiyeli yemeğiyle boy gösterir. Böreklerde kullanılır ve sivrisinekleri uzaklaştırmak için ebegümeciyle vücudunuzu ovalamanız kafi olacaktır.

Ah ve bir tabak çiporta (τσιπόχορτα) için ne pandomimalar kopar Giritliler arasında bir bilseniz…Semiz otu, kabak ve domates yaprağı, koyu yeşil kabağın yavruları dahil, bahçede ne varsa girer tencereye, bir avuç pirinçle.
Kabak çiçeği dolması (Ανθοί) aslında artan dolmalık malzemeyi değerlendirmek için düşünülmüştür. Ola ki erken davranamaz ve çiçekler kapanmadan hemen malzemeyi dolduramazsanız, üzülmeyin. Çünkü Giritliler neredeyse hiçbir şeyi heba etmezler. Çiçekleri un ve yumurtaya bulayıp kızartırlar.

Eski Girit lezzetlerinden balıklı bamyayı (μπαμίες με μπακαλιάρο) Girit’te anımsayan bir avuç insan kalsa da Cunda’da yaşayan Giritli mübadiller hafızalarını canlı tutmayı pekala başarmaktadır. Özellikle mezgite çok yakıştırdığım bu zat-ı şahane, tencerede az pişmiş uzun, kırmızıya çalan Bornova diye tabir ettiğimiz bamyalarla filetonun eşsiz buluşmasıdır ki her ikisine de ölçüsüyle ekşi pek yaraşır.

Yazık ki denizi dinamitleyerek yasak avcılık yapanlar yüzünden artık adada balık yemek için kesenin ağzını epeyce açmak gerekiyor ki o koşulda bile yediğiniz genellikle Foça balığı oluyor. Öte yandan insana adada olduğunu unutturacak kadar yükseltilerin bulunduğu, dört yanını çevreleyen denizin görülmediği çok yere sahip Girit’te, koyun ve keçi sürülerine oldukça sık rastlanıyor. Yaz aylarında dağ köylerinde imece usulü koyunlar kırkılıyor.Kadınlar dillerinden düşmeyen neşeli ezgilerle, yorgun erkekler için kazanlar dolusu et haşlama yapıyorlar. Salatalar, anthotyro (ανθότυρο), myzithra (μυζήθρα), Girit gravyeri (γραβιέρα), kelle peyniri (κεφαλοτύρι) yan yana sıralı uzun masaları dolduruyor. Girit usulü mangalda ateşi uzaktan gören ve metal tadı lezzeti bozmasın diye kargılara geçirilmiş etler için için pişerken, kemençenin kardeşi lyra eşliğinde halaylar çekilmeye başlıyor.

Bir Giritliyi memnun etmenin en iddialı yollarından biri iyi stifado (στιφάδο) yapmaktır. Kuşbaşı et kadar arpacık soğan, şeritler halinde portakal kabuğu, toz tarçın, bol defne yaprağı ve karabiber için için piştikten sonra, masa başındaki lezzet heyeti beğenilerini tarih sayfalarına geçmiş güzel gözleriyle ifade ederler. 

Toprağı işleyen, fiziksel enerjiye daha çok ihtiyacı olan emekçiler için staka (Στάκα) sofraların en güzel renklerindendir. Sütün kaymağı her gün toplanır, biriktirilir ve sonra yumurtalı veya az şekerli pişer.

Nohutlu işkembe (κοιλιά με ρεβύθια), içi sakatatlarla doldurulmuş bağırsakla yapılan kokoreç (κοκορέτσι), oğlak dolma, fava (φάβα), idrar yollarındaki rahatsızlıklara şifa olan termiye (λουμπούνια), bakla yaprağı salatası (παπούλες) bütün aileyi etrafına toplayan Pazar sofralarını şenlendirir.

Şırayla nişastanın muhteşem birlikteliğinden ortaya çıkan mustalevriya  (Μουσταλευριά) ise şeffaf olduğu kadar hafif ve sağlıklı bir lezzettir. Eski Giritliler, üzümün bol olduğu zamanlarda tepsilere döktükleri bu tatlıyı, baklava şeklinde keserek güneşte kurutur ve kış için küplere doldururmuş.

Αnız sütünden elde edilen myzithra peyniriyle yapılan, hamurişi denince ilk akla gelen kaliçunya (Καλτσούνια) hem tuzlu hem de şerbet hazırlamak yerine üzerine bal dökülerek yenir. Eğer tabağın kıyısında bir dal taze nane varsa bilin ki kaliçunyanızı yapan bir Hanyalı’dır!

Tera patlaması olarak bilinen, radyokarbon yöntemiyle yapılan incelemelere göre M.Ö. 1630 yılına ve Geç Minos döneminde denk gelen Santorini yanardağının patlamasıyla, yaklaşık 100 km. ötedeki Girit, Minos uygarlığı küllerle kaplanmış olsa da, Ετεοκρητική yani gerçek Giritliler hala doğanın bahşettiği lezzetlerle kalp, damar rahatsızlıklarından uzak,  doğal ve dengeli Girit diyetiyle yaşamakta ve yozlaşmaya rağmen adaya olan bağlılıklarını bir Girit beyitiyle de ifade edildiği gibi her zaman gururla ortaya koymaktadır:

 Οπου κι αν πάω κουβαλώ χώμα του Ψηλορείτη,
και το σκορπώ για να γινεί ούλος ο κόσμος Κρήτη’

Nereye gidersem, Psiloritis toprağı taşıyorum
Ve bütün dünya Girit olsun diye, etrafa saçıyorum.’



                                                                                     Özlem Yaşayanlar

                                                                                     Memlekent dergisi, Aralık 2011





Minos Uygarlığı



Baştanrı Zeus ve Europe’nin oğlu, efsanevi Girit kralı Minos; Tera patlaması olarak bilinen ve Santorini adasındaki volkan püskürtülerinin Girit’e ulaşmasıyla ihtişamlı Minos uygarlığını yok eden talihsizliğe dek “…ilkel çağların en doğru ve hak sever kralı”[1] [2]olarak anılmıştır.

Minos Girit tahtına çıkmak isteyince, kardeşler arasındaki kavgayı yatıştırmak için tanrıların ondan yana olduğunu ileri sürmüş ve ispat olarak da Poseidon’dan dilek dileyerek, denizden beyaz bir boğa çıkarmasını istemiş ve aynı boğayı yine Poseidon’a adak olarak sunmaya söz vermiş. Dilediği gibi denizden ak bir boğa çıkıp gelince, Minos tahta geçmiş. Lakin boğayı kurban etmeyi unuttuğu için sinirlenen Poseidon, boğayı Minos’un başına dert etmiş. Bir söylentiye göre boğa kudurmuş ve Herakles onu öldürmüş. Başka bir anlatıya göre kralın karısı, güneş tanrısı Helios’un kızı  Pasiphae boğaya aşık olmuş ve onunla birleşmiştir. Bu birliktelikten doğan Minotavros, insan bedenli ve boğa başlıdır. Minos bu korkunç canavarı saklamak için mimar Daidalos’a Labyrinthos sarayını yaptırmış ve kızı Ariadne’nin yardımıyla Minotavros’u öldürmüştür.

Kral Minos, Zeus’dan esinlenerek yasalar çıkardığı ve her 9 yılda bir İda mağarasını ziyaret ettiği için öldükten sonra Hades’deki üç yargıçtan biri olduğu düşünülür..

Öte yandan eski Mısır kaynaklarında Keftiu, Sami dillerindeki Kaftar ve Suriye’deki Mari kentinde bulunan yazıtlarda Kaptara olarak anılan yerin Girit olduğu varsayılmaktadır. Girit uygarlığının yok olmasının ardından ortaya çıkan Odesa destanında, Homeros Giritliler’i (Yunanca Ετεοκρητική, “gerçek Giritliler) olarak tanımlamıştır.

Deprem ya da Anadolu'dan gelen istilacı bir kavim olduğu düşünülen yıkıcı bir etkinin sonucunda KnossosFestosMalya ve Kato Zakros'taki tüm sarayların yıkılmış olmasına rağmen neopalatial dönemin başlangıcıyla nüfus yeniden artarak, yıkılan yerler yeniden inşa edilmiştir. Adanın başka yerlerinde de yeni ve daha geniş ölçekli yerleşim birimleri kurulmuş, MÖ 17. ve 16. yüzyıllar arasında yani Neopalatial dönemlerde Girit Uygarlığı en parlak günlerini yaşamıştır.[3]

Kadın din görevlilerinin varlığı ve fresklerde kadın ve erkeklerin birlikte aynı işleri yaparken betimlenmeleri tarihçi ve arkeologları, bu dönemde, sonraki Yunan yaşam biçimlerinden farklı olmak üzere, erkek ve kadınların toplumda eşit haklara sahip olduğuna işaret etmektedir. Fresklerde kızıl kahve tonları erkekleri, beyaz kadınları simgelemektedir. Geç Minos döneminin sanat eserleri ile Miken sanatı arasında da büyük bir benzerlik görülmektedir.



“Giritli sanatkarlar, en çok ahtapot tasvirlerinde başarı göstermekte, hayvanı vazo eksenine eğri olarak oturtmak ve ayaklarına türlü kıvrımlar vermek suretiyle vazo yüzeylerini herhangi bir çerçeveye bağlı olmaksızın serbestçe doldurmasını bilmektedir.”[4]

Homeros’un İlyada’sında ise:
“Bir zamanlar Daidalos’un, Knossos’da,
Güzel örgülü Ariadne için yaptığı yere benziyordu.
Orada delikanlılar oynuyordu,
Sığır armağanlarıyla alınmış kızlar oynuyordu,
dayamışlardı ellerini birbirlerinin bileklerine.
Kızlar keten giymişlerdi ipince,
Oğlanlar iyi dokunmuş gömlekler,
Pırıl pırıl parlıyordu gömlekleri zeytinyağı gibi,
Kızlar güzel çelenkler takmışlardı başlarına,
Oğlanlar gümüş kayışlara altın bıçaklar…
Oyuna alışkın ayaklarıyla koşuyorlardı döne döne,
Oturan bir çömlekçi nasıl denerse eline uygun çarkı,
İyi çalışıyor mu, çalışmıyor mu diye,
Onlar da öyle koşuyorlardı.” [5]


Minos dönemine tarihlenen eserler, Knossos sarayı yakınındaki Irakleio (Kandiye) ve adanın Kuzey-Batı’sındaki Hanya arkeoloji müzesinde ziyaret edilebilir.

Irakleio Arkeoloji Müzesi: 0030 2810 224630, 226092
Pzt 12.30-17.00, Salı-Pazar 08.00-17.00


Hanya Arkeoloji Müzesi: 0030 28210 90334
Salı-Cuma 08.00- 19.00
Cmt-Pazar 08.30-15.00
Pazartesi günleri müze kapalıdır.


Festos Diskos

Henüz arkeologlarca çözümlenemeyen ve çift başlı balta veya yunuslar kadar Girit’in sembollerinden biri olarak kabul edilen, 15 cm. çapındaki festos diski, Minos diline ait olduğu kesin olmamakla birlikte her iki yüzünde bulunan bir tür hiyeroglif yazısı sayılan sembollerle bezenmiştir . Kazılarda ortaya çıkarılan 3000 tabletin üzerinde kullanılmış olan Linear B yazı tipi, M.Ö. 18. yüzyılda Linear A tipi yazımla eşzamanlı kullanılmıştır. İtalyan arkeolog Luigi Pernier tarafından, Festos sarayı yakınlarındaki Agia Triada’da[6] gün ışığına çıkarılan, Tunç devrine tarihlenen disk üzerinde 241 sembol ve 45 benzersiz işaret bulunur.

Sık rastlanan bir başka dini sembol de , klasik dönem boyunca da Zeus’un simgesi olarak önemini koruyacak olan çift başlı baltadır. Çeşitli törenlerde  gördüğümüz çift başlı balta dini betimlemelerde de yer almaktadır .
Çift başlı balta etimolojik anlamda oldukça ilginçtir. Yunanca da  labris diye adlandırılan çift başlı balta “Labirent” sözcüğünün kökeninde bulunmaktadır. Knossos sarayına eskiden Labirent denildiği düşünülürse bu ismin bu sarayda sık sık sembolü bulunan çift başlı baltadan geldiği düşünülebilinir. Bu sözcükten türeme sıfatların klasik çağda Zeus’a da verildiğini görmekteyiz. [7]


Bazı dini tasvirlerden görüldüğü üzere kutsal ağaçlar çitle çevriliyor ve buralarda dini ayin yapılıyordu. Törenin tam olarak nasıl olduğu tam bilinmemekle birlikte töreni gerçekleştirenlerin ağaca dokundukları , etrafında dans ettikleri tespit edilmiştir. Bazı törenlerde ağacın kökünden sökülmesi de gerçekleşmekteydi. Ayrıca ağaç figürleri ile birlikte çift başlı balta figürlerinin de görülmesi dikkat çeker. . 


Yılanlı tanrıça önemli sembollerdendir. Bir görüşe göre kişileştirilmiş yılan tasviri olan bu figürler başka bir görüşe göre ise yılan sembolizmi ile ana tanrıçanın yer altı dünyasına da hükmettiğini gösteren bir figürdür. Ayrıca ana tanrıçanın yılanları koruma özelliğini de gösteriyor olabilir.

Bunun yanında ana tanrıça figürü ile birlikte bir erkek figürüne de sık rastlanmamaktadır. Bu durum bazı araştırmacılara Girit’te “tek tanrılı” bir din olabileceğini düşündürtmüşse de bu konuda kesin kanıtlar bulunamamıştır. Zeus ile ilgili inançlarda bile Girit’tin bu kadar önemli olması orada da Ana tanrıçaya eşlik eden bir tanrı olduğunu düşündürtmektedir. Ayrıca bulunan bazı tasvirlerde erkek tanrının aslanlarla beraber olması ve silahlı olarak resmedilmesi Girit’te erkek tanrı tapınışı olduğunu göstermektedir. 

Mağaralar içinde en önemli olanı ,Rhea’nın Zeus’u doğurduğuna inanılan , Dikta mağarasıdır. Bu mağaranın en eski dönemlerden itibaren bir kült merkezi olduğu bilinmektedir.

Adak olarak sunulduğu sanılan metal ya da topraktan yapılma nesnelerin, labris adı verilen çift başlı baltaların, minyatür gemilerin,, hayvan ve insan heykelciklerinin yoğun miktarda bulunduğu yerlerin tapınma yerleri ve sunaklar olduğu saptanmıştır.

Bir varsayıma göre Atlantis olarak bilinen Girit’in ruhuna değmek için belki dePsiloritis dağına doğru uzanıp, aynı anda hem ölümü hem de ölümsüzlüğü hissetmek elzemdir.

                                                                                                          Özlem Yaşayanlar
Memlekent dergisi Aralık,2011 sayısı


[1] Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü
[2] Homeros, Odesa.
[3] Wikipedia.
[4] Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TDK
[5] Çeviri Azra Erhat, XVIII-590, 603.
[6] Teslis

Türkçe Dil Bilgisi


Sevgili arkadaşım Tina Zogopoulou'nun süzgecinden kırk kez geçtikten sonra, Perugia yayınları tarafından yayınlanan Yunanca açıklamalı Türkçe dil bilgisi kitabı, aynı kategorideki diğer örneklerinden daha detaylı, alıştırmalara daha çok yer veren ve çok hassas dengeleri ön plana çıkaran iyi bir çalışma. 
İlgililere gururla duyurulur! 





Bir gün Kordon'da kahve içerken -her zaman az konuşan ve çok iş yapan- Tina bu çalışmadan bahsettiğinde, ithaf kısmına yazacaklarını çoktan şekillendirmişti. Benden bahsedeceğini söylediğinde elbette çok heyecanlandım ama bunu gerçekten yaptığını görünce çok başka türlü hissettim kendimi; benzersiz bir onur bu. 




Geçen yaz, Tina kitaba bir göz atmamı istemişti. Öyle yaptım. Elden geçirdikten sonra notlarımla beraber geri gönderdim. Teşekkürnameye de eklemiş beni. 
Bir sürü kitap çevirim var, çok çocuklu bir kadın olmak keyifli ama nedense bu sefer daha yoğun bir haz aldım. Bu doğum herkese uğurlu olsun!

20/02/2012

Memlekent dergisi


Efendim, Memlekent dergisi Aralık ayı sayısı Yunan adalarını tanıtıyor. İçinde üç tane yazım var Girit'e dair. İlgililere duyurulur.
27/12/2011

1. Girit Gastronomi Sempozyumu

Arkeolog, Yunan Yemek Tarihi Araştırmacısı ve Yunan Gastronomi Sempozyumunu düzenleyen Mariana Kavroulaki'nin davetiyle katıldığım 1. Girit Gastronomi Sempozyumundan geriye kalan tatlı bir yorgunluk ve mutlulukla yine burada olmak ve ılık tılsımları paylaşmak pek keyifli. Son derece verimli olan sempozyum programıve katılımcıların konuşma özetleri için lütfen linklere buyrun :)

Denizleri aştım da geldim sabahın beşinde, dede toprağım Hanya'ya, şükürler olsun yaban güzelliğiyle bir kez daha kavuşturana...Souda limanından yola çıktıktan 45' sonra sempozyumun gerçekleştirileceği köye, yeşilliklere boğulmuş Karanou'ya vardık. Heyecan, uykusuzluk ve yorgunluk harmanı halinde kendimi salonda buldum. Sunumları kaçırmamaya gayret ederken, heyecanımı yendiğime inandığım anlar olmadı değil tabi ama sıra bana geldiğinde yüreğim gümbür gümbür,zihnim bulut gibi, geçmişten içime dolan bir sürü ruhun ağırlıkları ve hafiflikleriyle platforma çıktım."Mübadele sonrası İzmir'de yaşayan Girit Mutfağı" konulu, Yunanca yaptığım konuşmamı izlemek isterseniz 15. dakikadan itibaren buyrun.


Baştan sona muhteşem bir deneyimdi, son dakikada Vicky'yle yaptığımız sohbette de göreceğiniz gibi tekne gibi sallanacak kadar bitkin, köyün papazının peşime düşüp beni vaftiz etmeye kalkışmasına rağmen inatla dinç üçüncü kuşak İzmirli bir Giritli olarak orada olup, Giritli olmak ve mutfak üzerine iki kelime etme fırsatı verildiği için bir o kadar da mutluyum. Üzerine kaymak misaliGreekbloggers arasına girmek de ayrı bir sevinç. İki yıl sonra gerçekleşecek 2. Girit Gastronomi Sempozyumu için şimdiden davet almış olmanın keyfinden mi yoksa memleket havası alınca iyileştiğimden mi yoksa bir yerlerden babamın gülümsediğini hissettiğimden midir bilmiyorum ama nihayet keyfim yerinde şükürler olsun!
Sağol Mariana.
:)
26.07.2011
Girit/Karanou


Efi ve Katerina



Zor elbet bunca mübadil ruhun yüküyle yaşamak. Hafifletmese de taşıdıklarımızı, en azından şekil değiştirmesine yardımcı olduğu için o beyaz gemilere binip Ege'nin bir yakasından, diğer tarafa her zaman gidebilmeliyiz. 

Derler ki: birinci kuşak gittiği yere alışmaya çalışır, ikinci kuşak döner ve unutmaya çalışır, üçüncü kuşak da köklerini arar. Kendimizi anlamak için bu yolculukları defalarca yaşamak zorundayız! İzmirli, Urlalı ve Giritli Efi; Karadenizli, Kavalalı ve Giritli Katerina; İzmirli ve Giritli ben, usulca geçtik Urla ve İzmir sokaklarından. Eski evlere sarıldık, içindeki ruhlar sakinlesin diye. Ayağımızın tozu kaldı arnavut kaldırımı Urla sokaklarında. Ağlarken gülmek, gülerken ağlamaya başlamak tuhaf değildi İzmir göğünün altında; dalgalara bıraktık kendimizi, direnmedik. Ben Yunanca kadar zor ve antik bir dili öğrenmeye soyunduğumda deli olmadığımı biliyordum veya cebimdeki üç kuruşla her fırsatta Girit yoluna koyulduğumda da aklım başımdaydı! O yüzden Efi'yi anlıyorum, o da beni anlıyor. O yüzden Efi gelmeye devam edecek, Türkçe öğrenecek, dağılmış parçalarını toplayacak ve yapacağı her yolculukta daha "bütün" olduğunu hissedecek.

Mübadele yaşanmadı belki, benim ruhum Girit'te, Efi'ninki burada olduğuna göre...Mübadele devam ediyor belki, biz hala gidip geldiğimize göre...


Gezmeye gelip bende kalan arkadaşlarım, İzmir Barış derneğinde sayın başkan Burhan Aksakal'ın davetiyle mini bir dinleti sundu iki gün önce. Bize bu fırsatı verdiği için Burhan Aksakal'a en içten teşekkürlerimi arkadaşlarım adına bir kez daha ifade etmek istiyorum. Biliyorum ki özellikle Efi'nin en büyük hayaliydi dede memleketinde o toprağın şarkılarını söylemek.
Biliyorum ki artık daha da iyi söyleyecek şarkılarını Efi, çünkü eteğini sürüdü İzmir yollarına.
Ve biliyorum ki tarihsel gerçeklikler bir yana, biz kendi tarihimizi yazmaya devam edeceğiz.
Katerina, Yunus'a matematik çalıştıracak. Efi, nota çalışmamız lazım diye fırça atacak. Ben, gülümseyerek "hadi sofraya" diye sesleneceğim mutfaktan.

Kim neyi kazandı, neyi kaybetti şu durumda?

13 yıl önce bugün


13 yıl önce bugün, Bektaşi deyişiyle Memedim bu dünyadan yürüdü.
Zamanla hiçbir şey değişmedi.
Zaman ilaç da olmadı.

Onun kadar sözünün eri bir erkeği yazık ki tanımadım.
Zaten üç kız, bir oğlan biz çocuklar hep babacıydık.
Adildi. Eşitlikçi. O yüzden onu çok severdik ve hala severiz.
Gönlü boldu babamın. Paylaştıkça, çoğalırdı somunu.
Olmayanı bulup yaratması, cebinin şişkinliğinden değildi.
Altı aylık bebekken kaybettiği annesinin hiç olmazsa bir resmini görmüş olmayı çok isterdi.
Altısından sonra öğrendiği Türkçe, dudağının ucunda hep emanet bir çeviriydi. Hatta aynı sebeple öğretmen şiddetine maruz kaldı. Her sabah okula gitmek için Eşrefpaşa'ya kadar yaklaşık on kilometre yürüdüğünden, başkaları da aynı sıkıntıları çekmesin diye, var yok dinlemeden bir gün devlete soyadımızı taşıyan bir okul bağışladı.
Çok çalışkandı. Çok kazanmazdı.
13 yıl önce öğrendik, kaç çocuğu okuttuğunu, ameliyat masraflarını üstlendiğini, bilmiyorduk.
Kiloyla yiyecek aldığını hatırlamıyorum. Herşey eve kasalarla taşınırdı.
Her Pazar günü çiftlikte, bağ makasını eline alır bütün gün asmaları budardı. Kışa doğru amerikan bezinden keselere geçirirdi bazı salkımları.
Kuzina sobada çok güzel güveç yapardı benim babam.
Hep gülümserdi.
İbadetten sayılır mı gülümsemek?
Pantalonu hep düşerdi, en sonunda kemerden vazgeçip askı kullanmaya başladı.
Bacağındaki platin parça havaalanlarına girişlerde hep sorun olurdu. Tanımadığı güvenlik görevlilerine mecburen anlatırdı 'Evlat, bacağım kırıldığında kemik suyuna çorba iç dediler. Ben biraz fazla içmişim, platin kemiğe kaynamış bu sefer, çıkaramadılar.'
Tek eliyle sandalyeyi kaldırırdı. Eczacı Can'la şakalaşırken, adamcağızın kolunu kırmıştı.
Bilerek kimseyi ama hiç kimseyi incitmedi.
Tavla oynarken çok iyi zar tutardı!
Bankadaki kızlara herkesin içinde 'Günaydın fıstıklar' dediği için bankacı kızlar hep valideye telefon açıp, babamı şikayet ederdi.
Ertesi gün, 'Dünya güzelleri, günaydın' derdi. Sonra yine başlardı telefonlar.
Esnaf adamdı, biraz rakı kokladığı zaman Giritçe beyitler ardı ardına dökülürdü. Hele enişte varsa, geç saatlere kadar madinades atışırlardı. Düğünlerde mikrofonu kapar Giritçe şarkılar söylerdi. Charlie Chaplin, Laurel Hardy'nin en büyük hayranıydı. Filmi değil, onun kahkahalarını izlemek bize daha eğlenceli gelirdi.
Pazar sabahları şimdi Konak Pier alışveriş merkezinin bulunduğu yerdeki balık haline götürürdü beni. Kasalar dolusu balık alır, çiftliğe giderdik.
İngilizce öğrenmeyi hep çok istedi.
Kocaman göbeğine sarıldığımda, kendimi çok ama çok güvende hissederdim.
Her yıl baba toprağı Girit'e gitmeyi planlar ama vergi ödemekten yerinden kımıldayamazdı.
Sonuç olarak borçsuz gitti, memleketi göremeden.



Şimdi açık denizde tek başımayım. Evet güzellikleri de olan ama tuhaflıkları daha fazla şu dünyada yaptığım işlerden değil insan ilişkilerinden yorgunum. Yelkenler yamalı, eh küreğin biri kırıldı, kırılacak. Hala devrilmediysem ve devrilmeye niyetim yoksa, bunun sadece bir sebebi var. Mehmet kızı Özlem babasının sözünü dinlemeye,
"son nefesine kadar insana yaraşır mücadeleye" devam edecek.

Uzaklarda puslu bir ışık var, asılayım küreklere.
20 Aralık 2010 Pazartesi


Gün Olur Devran Döner

Ben babamın gidişini kabul edemeyişimden, Yunanca öğrenmeye kalkışmıştım. Onun ilk dilini yaşatarak, ölüme inat ölümü yeneceğime hep inandım. Babam gidince, onun vergi ödemekten gidemediği Girit'e, cebimdeki üç kuruşla ikimiz için gitmiştim ilk kez. Zamanla kapılar başka kapıları açtı, zamanla sokaklarında kaybolmadığım, hatta turistlere adres tarif ettiğim, hangi köşesinde ne yiyeceğimi, hangi saatte hangi kıyısının daha güzel olduğunu bildiğim, sokaklarına çöp atanlarla tartıştığım, bütün dünyanın konuştuğu Girit mutfağımızın yazık ki unutulmaya yüz tuttuğu Girit'te güzelim otlarımızı bilmedikleri, toplamadıkları, pişirmedikleri için ayıpladığım insanlarıyla beraber iyisiyle kötüsüyle benim oldu Girit'im. Çünkü ben o sokak köşesi kahvehanelerde hep babamın gözlerini buldum, ağını toplayan balıkçının elleri babamındı, kan ter içinde evine alışveriş torbalarını taşıyan bir erkeğin yüzündeki tebessüm de...

Hangi limanından binersem bineyim o büyük beyaz gemilere, hep Pire limanına oradan Sakız adasına ve sonra İzmir'e kadar içime akıttım yaşları. Çünkü içimdeki düğümlerde: hiç tanışma fırsatımın olmadığı dedelerimin, canım babamın, Yunus hastalanacak olsa günde yirmi kez beni arayıp çocuğun ilaç saatini takip eden, 100 metrelik koşular için değil ancak maraton koşabilecek ayarda, Girit'te yaşayan arkadaşlarımın tinsel tınıları doldu içime. İşte o tınıların, onca yüküyle o beyaz gemiler hep bu kıyıya geri getirdi beni. Ki böylece özlemeyi, hasret kalmayı, sabretmeyi öğrenmeye çalıştım. Onu uzaktan seyreylemek de güzeldi lakin içimde ne zaman bir fırtına kopsa, yine koşup ona sarıldım.

Ben bu sayfayı önce babam sonra benim Girit'im yaşasın diye yapmaya karar verdim. Ve o yüzden bizi ayırmayan aksine birleştiren menekşe denizin, iki kıyısından payını alan H Kouzina Mas grubu var.

Geçtiğimiz hafta Atina'da dershanesi olan arkadaşım Tina'dan telefonumu alan ve H Kouzina Mas grubumuzu Kathimerini gazetesinde daha önce yayınlanan bir makaleden hatırlayan Ioanna Fotiadi misafirim oldu. Portakallı Girit kurabiyelerimizikahvemize batırarak yerken yaklaşık beş saat süren sohbetimizi kayda geçti. Aile eşrafımızdan Ahmet Avar'da eski hikayelerimizi anlattı, beyitlerimizi birlikte söyledik. Ertesi gün sabahtan Ioanna'yı otelinden aldım. Söke'de Bilal amca ve Hasan Tuntaş ile buluştuk sonra İbrahim amcanın muhteşem bahçesinde Girit sohbetimiz devam etti. Ardından Davutlar'da Giritliler derneği kurmuş olan Yunus Çengel ve sonra Kuşadası'nda bize Giritçe şarkılar söyleyen 95 lik genç Asiye hanım ile beraberdik.

Burada yaşayan hatta Girit'tekinden daha çok yaşayan bir başka Girit'i gören Ioanna'yı memnun edebildiysek ne mutlu bize.
Buyrunuz; dün, tam sayfa olarak yayınlanan ve yukarıda özetlemeye çalıştığımröportajımız.

Ioanna, ben biliyorum, hatta eminim (!) şimdi benim canım babam bir yerlerde nargilesini fokurdatıyor ve gülümsüyor.