O bembeyaz
ve devasa gemilerden biri, beni bir kez daha Hanya’nın eski limanına
yanaştırırken, gözümün ucunda akıp akmamakta kararsız, sevinçle karışık hüzün
dalgalarına boğulmuş naçizane bir damlayı nihayetinde limana bırakıp, sabahın
ilk ışıklarıyla beraber yüzüme yayılan tebessüm eşliğinde Rethimno, Rızvan
köyünün yolunu tutuyorum.
İzmir
kökenli Aspa, bahçe kapısında elindeki iki fincan kahveyle beni bekliyor. Bütün
bahçeyi sarmalayan envai çeşit yabani ot; kahvelerimize kurabiye bandırıp,
coşkuyla hasret giderirken sessizce bizi dinliyor. Aspa işe gittikten sonra,
biraz dinlenip soluğu verandada alıyorum. Gözümün ucunda menekşe deniz ve bir
kez daha Ege’nin incisi, dedelerimin toprağı Girit’teyim.Ve karnım aç! Dolapta
biraz Girit gravyeri ve peksimetten başka bir şey yok. Gravyerin üzerine bal
gezdiriyorum Girit usulü. Peksimeti az ıslatıp, üzerine bahçeden topladığım
domatesleri rendeliyorum, bir avuç zeytin, biraz feta, kekik, taze sıkılmış
yemyeşil zeytinyağı şenlendiriyor tabağımı. Domateslerin suyuyla yumuşayan
peksimetler artık ısırılabilir kıvamda. Girit kahvaltısı dako (δάκο) hazır, midem mutlu, ben mutluyum.
Akşama bütün takım eve toplanır, yemek yapmalıyım. Dağ başındayım, şehre inecek
mecalim yok ve buna gerek de yok çünkü ben Giritliyim.
Doğanın
bahşettiği arapsaçı, radika, şevket-i bostan ve ebegümeci gibi güzellikleri,
bahçeden birer tencerelik toplayıp, iyice yıkayıp en küçük ocakta, en kısık
ateşte, demlendirip, dolaptaki ev yapımı Girit rakısı, tsikoudia’dan kendime
bir kadeh ısmarlıyorum. Artık isteyen gelsin, alnım açık; dört tencere yemekten
yayılan mis gibi kokular bütün köyü sardı nasılsa…
Akşamüzeri
çekirdek ailemiz mensuplarından; Aspa, sırt çantasının ucundan görünen flütüyle
Haris, Katerina, Maria, lyra’sını kucağında bebek gibi taşıyan Fanis, udunu
sırtlanmış Aleksandros, Giorgo ve Katerina işten döndüklerinde tencerelerin
dibi kolayca görünüveriyor. Ve kimbilir kaçıncı kez utarak, ‘Biz ot toplamayı
bilmiyoruz’ diyorlar.
Evet, yazık
ki yakın çevrem dahil olmak üzere bütün dünyanın konuştuğu ve sağlıklı olması
açısından esas aldığı Girit mutfağı, Girit’te yok olmak üzere. Mecburi
postmodern yaşantılardan Girit’de payını fazlasıyla almış durumda. Artık
kıyılarını saran kebapçılardan yayılan et kokuları hakim adaya; çoğunluğun ot
toplayacak, yıkayacak, pişirecek zamanı yok.
Girit’e gelmişken Girit mutfağını denemek lazım, yüzden fazla yenebilen
yabani ot varmış diyenler; kıyıdan uzak, Psiloritis dağı üzerine kurulu
köylerde, Rethimno çıkışında bulunan ve eski bir Ermeni köyü olan Armenis’de,
Hanya’da Osmanlı hamamından devşirme Tamam’da belki şansını deneyebilir. Yoksa
dürüm döner (gyro) veya et şişe talim…
Küskünlüğü
bir tarafa bırakmayı deneyecek
olursam, günümüzde kısmen Girit’te
fakat Girit’ten ziyade Küçük Asya’da mübadillerce hala yaşatılmaya çalışılan gerçek
Girit mutfağı üzerine belki birkaç
söz edebilirim:
Salyangoz (σαλιγκάρι); özellikle
kemik erimesinden müzdarip olanlar, sözüm sizedir! Önyargılarınızı bir kenara
bırakabilirseniz, tadı deniz ürünlerine çok yakın olan Girit’ in vazgeçilmezi,
sizi ummadığınız ölçüde afsunlayacaktır. Girit manavlarında, marketlerinde
filelere doldurulmuş halde satılan salyangozlar, ilk yağmurlardan sonra toplanır.
Yeşil bitkilerin sadece filizlerini yiyerek hayatını devam ettiren
salyangozlar, 4-5 gün saman, talaş veya bir paket kuru makarna içinde üzerine
hava alabilecekleri türden kevgir benzeri bir araçla kapatılarak bekletildiklerinde
salgılarını bırakırlar. Minik bir fırçayla sırtları sıvazlandıktan sonra, çeşitli
şekillerde hazırlanabilir. Benim favorim buburisti (μπουμπουριστί): Fırçalama aşamasının ardından, salyangozlar
teker teker tuza batırılıp, biberiye ve az elma sirkesiyle tavada çevriliyor.
Sonra kürdan yardımıyla veya çatalın ucuyla kabuğunun içinden bütün halde
çıkıyor. Üstelik ot toplarken bir sepette salyangoz toplamak hiç de zor değil. Kabak, makarna, pilavla beraber, haşlama,
ızgara haliyle Girit mutfağının hala sahip çıktığı salyangoz yazık ki
mübadeleyle Küçük Asya kıyılarına ulaşamayan bir lezzettir.
Masamızın
sultanı arapsaçı (μάραθα);
rezene ailesinden, anason kokulu yabani bir ottur. Şimdilerde pazarlarda
yetiştirilmiş haliyle de rağbet görmektedir lakin Giritliler illaki yabanisini
tercih eder. Kemikli kuzu etiyle pişirildikten sonra un ve limon terbiyesiyle,
gövdenize huzur dalgaları halinde yayılır. Toplandıktan sonra kurutulup,
makarnalara çeşni olarak eklenebilir. Otlu böreklere lezzet katkısı ve
yarattığı fark ise tartışılmaz.
Şevket-i Bostan veya nam-ı diğer Askalivri’yi (ασκαλίβροι)toplamak için çapa olması
gerekir zira o bembeyaz köklerini toprağa bırakmak yazık olur. Haşlama
salatası, zeytinyağı ve limonla ızgara bir balığın yanına pek yaraşır. Kemikli
kuzu etiyle, un ve limon terbiyeli yemeği en ağır misafirlere gururla takdim
edilir. Pistolaki ve Burnaz sülalelerinden gelen, Hanyalı iki dedem de şevket-i
bostanın haşlandığı suyu avlu serinliğinde bir gece bekletip, ertesi gün
içerlermiş; dediklerine göre böbrek taşı ve kumlarının dökülmesine yardımcı
oluyormuş. Kimbilir belki de ‘Bahçeye Giritli gireceğine, keçi girsin’ sözüne
en çok şevket-i bostan ilham vermiştir, zira keçiler sadece toprağın
yüzeyindeki otları yiyebilir ama bir Giritli, doğanın sunduğu hediyeleri
köküyle beraber değerlendirir!
Avronyez (αβρωνιές), başka bir deyişle sarmaşığın acısı
ve tatlısı taze soğan ve yumurtalı klasik haliyle Giritli bir masanın
vazgeçilmezlerindendir. Deniz ürünleriyle birlikte pişirme şekilleri yazık ki
Küçük Asya’ya taşınmamıştır ancak Girit’te hala ahtapot, kalamar veya oğlak
etiyle birlikte de tüketilir.
Karaciğer
ilacı enginarı (ανκινάρες) daha ayıklarken yaprak diplerini
kemirir bir Giritli, sapının dışındaki kabuğu limona yatırır, salata yapar.
Kemikli kuzu etiyle, un ve limon terbiyeli yemeğini, pilavını, minik yavrularından
turşusunu yapar. Baklayla veya bezelyeyle pişirir. Her türlüsüne yarım kaşık
şeker ekleyince, lezzet doruk noktasına ulaşır. Bir Giritli, enginarın açık
yeşil rengini kaybettirmeden, yani temizleme aşamasında limondan kısmadan altın
ışıltısını korumayı bilir.
Mideye şifa ebegümeci (Μολόχα), sarımsaklı ve un, sirke terbiyeli
yemeğiyle boy gösterir. Böreklerde kullanılır ve sivrisinekleri uzaklaştırmak
için ebegümeciyle vücudunuzu ovalamanız kafi olacaktır.
Ah ve bir
tabak çiporta (τσιπόχορτα)
için ne pandomimalar kopar Giritliler arasında bir bilseniz…Semiz otu, kabak ve
domates yaprağı, koyu yeşil kabağın yavruları dahil, bahçede ne varsa girer
tencereye, bir avuç pirinçle.
Kabak çiçeği
dolması (Ανθοί)
aslında artan dolmalık malzemeyi değerlendirmek için düşünülmüştür. Ola ki
erken davranamaz ve çiçekler kapanmadan hemen malzemeyi dolduramazsanız,
üzülmeyin. Çünkü Giritliler neredeyse hiçbir şeyi heba etmezler. Çiçekleri un
ve yumurtaya bulayıp kızartırlar.
Eski Girit
lezzetlerinden balıklı bamyayı (μπαμίες με μπακαλιάρο) Girit’te anımsayan bir avuç insan
kalsa da Cunda’da yaşayan Giritli mübadiller hafızalarını canlı tutmayı pekala
başarmaktadır. Özellikle mezgite çok yakıştırdığım bu zat-ı şahane, tencerede
az pişmiş uzun, kırmızıya çalan Bornova diye tabir ettiğimiz bamyalarla
filetonun eşsiz buluşmasıdır ki her ikisine de ölçüsüyle ekşi pek yaraşır.
Yazık ki
denizi dinamitleyerek yasak avcılık yapanlar yüzünden artık adada balık yemek
için kesenin ağzını epeyce açmak gerekiyor ki o koşulda bile yediğiniz genellikle
Foça balığı oluyor. Öte yandan insana adada olduğunu unutturacak kadar
yükseltilerin bulunduğu, dört yanını çevreleyen denizin görülmediği çok yere
sahip Girit’te, koyun ve keçi sürülerine oldukça sık rastlanıyor. Yaz aylarında
dağ köylerinde imece usulü koyunlar kırkılıyor.Kadınlar dillerinden düşmeyen
neşeli ezgilerle, yorgun erkekler için kazanlar dolusu et haşlama yapıyorlar. Salatalar,
anthotyro (ανθότυρο),
myzithra (μυζήθρα),
Girit gravyeri (γραβιέρα),
kelle peyniri (κεφαλοτύρι)
yan yana sıralı uzun masaları dolduruyor. Girit usulü mangalda ateşi uzaktan
gören ve metal tadı lezzeti bozmasın diye kargılara
geçirilmiş etler için için pişerken, kemençenin kardeşi lyra eşliğinde halaylar çekilmeye başlıyor.
Bir
Giritliyi memnun etmenin en iddialı yollarından biri iyi stifado (στιφάδο) yapmaktır. Kuşbaşı et kadar arpacık
soğan, şeritler halinde portakal kabuğu, toz tarçın, bol defne yaprağı ve
karabiber için için piştikten sonra, masa başındaki lezzet heyeti beğenilerini tarih sayfalarına geçmiş güzel gözleriyle
ifade ederler.
Toprağı
işleyen, fiziksel enerjiye daha çok ihtiyacı olan emekçiler için staka (Στάκα) sofraların en güzel renklerindendir.
Sütün kaymağı her gün toplanır, biriktirilir ve sonra yumurtalı veya az şekerli pişer.
Nohutlu
işkembe (κοιλιά
με ρεβύθια), içi sakatatlarla doldurulmuş
bağırsakla yapılan kokoreç (κοκορέτσι),
oğlak dolma, fava (φάβα),
idrar yollarındaki rahatsızlıklara şifa olan termiye (λουμπούνια), bakla
yaprağı salatası (παπούλες)
bütün aileyi etrafına toplayan Pazar sofralarını şenlendirir.
Şırayla
nişastanın muhteşem birlikteliğinden ortaya çıkan mustalevriya (Μουσταλευριά) ise şeffaf olduğu kadar hafif ve
sağlıklı bir lezzettir. Eski Giritliler, üzümün bol olduğu zamanlarda tepsilere
döktükleri bu tatlıyı, baklava şeklinde keserek güneşte kurutur ve kış için
küplere doldururmuş.
Αnız
sütünden elde edilen
myzithra peyniriyle yapılan, hamurişi denince ilk akla gelen kaliçunya (Καλτσούνια) hem tuzlu hem de şerbet hazırlamak
yerine üzerine bal dökülerek yenir. Eğer tabağın kıyısında bir dal taze nane
varsa bilin ki kaliçunyanızı yapan bir Hanyalı’dır!
Tera
patlaması olarak bilinen, radyokarbon yöntemiyle yapılan incelemelere göre M.Ö.
1630 yılına ve Geç Minos döneminde denk gelen Santorini yanardağının
patlamasıyla, yaklaşık 100 km .
ötedeki Girit, Minos uygarlığı küllerle kaplanmış olsa da, Ετεοκρητική yani
gerçek Giritliler hala doğanın bahşettiği lezzetlerle kalp, damar
rahatsızlıklarından uzak, doğal ve
dengeli Girit diyetiyle yaşamakta ve yozlaşmaya rağmen adaya olan
bağlılıklarını bir Girit beyitiyle de ifade edildiği gibi her zaman gururla
ortaya koymaktadır:
‘Οπου κι αν πάω
κουβαλώ χώμα του Ψηλορείτη,
και το σκορπώ για να γινεί ούλος ο κόσμος Κρήτη’
‘Nereye gidersem, Psiloritis toprağı
taşıyorum
Ve bütün dünya Girit olsun diye, etrafa
saçıyorum.’
Özlem
Yaşayanlar