İmzalanan bir anlaşma uyarınca memleketinizi bırakıp
gitmeniz gerekseydi, önceliklerinizi düşünecek halde olmamanıza rağmen yanınıza
ne alırdınız? Bir fotoğraf? Veya altın mı? Yoksa ‘yabancı’ bir toprakta
ekmeğinizi bölmek ya da ot toplamak için
bir bıçak mı? Kimbilir, belki de özenle
bir mendile sarılmış, yüreğinizin üzerinde taşıyacağınız bir avuç toprak
mı? Peki alt tarafı bir insan doğup
büyüdüğü topraktan uzakta, dağılmış parçalarını nasıl bir araya getirebilir?
Bütün benlikleriyle sevdikleri memleketiyle
vedalaşan Giritliler, yazık ki beraberlerinde sadece ‘anılarını’ alıp
gelmişlerdir.
Farklı mı hissediyoruz? Evet. Peki neden ‘yeni toprağımızda’
–çoğumuzun ‘yerliler’ diye tanımladığı- diğerlerinden farklı hissediyoruz? Büyük
göçün ardından, Girit’i hiç görmemiş, Anadolu topraklarında yaşayan üçüncü
kuşak bir Giritli’nin, Girit’te yaşayan biri gibi olmasını, yiyecek-içecek
alışkanlıklarını olduğu gibi sürdürmesini hatta kara ve deniz avına çıkmasını
kim, nasıl açıklayabilir? Anılarımıza nasıl
bu kadar sıkı sarılmış olabiliriz? Nedir Girit ruhunu bu kadar güçlü kılan, hiç tanımlamaya çalıştınız mı?
Giritliler’in neden
farklı hissettiğini anlamak, bu sırrı çözmek için en belirgin özelliğimiz olan Giritli inadını kullanarak bu uğurda çok
yolculuk yapmamız gerektiğine inanıyorum. Kahvede oturan birinde babanızın gözlerini
görmek, otobüs bekleyen kıvırcık saçlı bir kadında annenizin duruşunu yakalamak
insanı dalga boyu çok yüksek, travmatik çalkantılara sürüklese de, bir yanınız
yoldan geçen herkesi kucaklamak isterken, bir yandan oturduğunuz iskemleden
kalkamayarak usulca ağlasanız da, benzerliklerin sadece fiziksel öğelere bağlı
olmaması ve aşinalığın bu kadar
fazlasını ‘yüklenmek’, eski toprağına bu kadar tanış olmak hiç kolay olmasa da,
kaçınılmaz şekilde yüzleşilmesi gereken bir
sorumluluktur.
Öte yandan, her Girit yolculuğunun ardından Girit çoğalır
insanın içinde. Dağılan parçalar bir araya gelir. ‘Şu yoldan belki dedem de
yürümüştür’ derken, yaban Girit’in dini, dili bir yana, Giritli olmanın Psiloritis’den
bile daha yüksekte, bambaşka bir
kavram olduğunu anlar ‘yüzleşmeyi’ yaşayan kişi. Hatta aile büyüklerinin yaşadığı evi bulmak
bile önemini yitirebilir zamanla, çünkü o koşulda bütün Girit, ‘ev’ olur.
‘Kendini anlama’ yolculuğunda, köklerimize saygı göstermek
için dedelerimizin ana dilini, dilimiz
döndüğünce konuşabilmek, minnet borcumuzun çok küçük bir ifadesi sayılmalıdır. Köşedeki
Suriyeli kasabın İzmirli bir Giritli’ye böbrek yatağı ayırması, Girit lirası çalan
bir tanıdıkla karşılaşınca ‘To meraklidiko puli pote folia den kanei’ şarkısına
başlaması, yolda yürürken gülümseyerek selam vereceğiniz mandıra sahibidir
artık en büyük zenginlik. Çünkü bütün
bunlar içimizdeki Girit’i besler, Girit çoğalır ve onun en küçük zerresini bile
çoğul anlamlarda sevmeyi deneyimleriz.
Bir Girit tutkunu olarak, bugün sizlere sormak istediklerim
var. Hepimiz Giritli olmakla gurur duyuyoruz elbette, lakin Suriye- Hamidiye
köyündeki Giritliler de gurur duyuyor ve kültürü yaşatmak için çocuklarına
dilini, lira çalmayı, halay türlerini öğretiyor. Peki biz ne yapıyoruz? Yaşça
büyük olanlar dışında kaçımız Giritçe biliyor? Enstrümanlarımızı tanıyor?
Halaylarımızı biliyor? Pentazoli oynayabiliyor muyuz? Peki kaç çeşit yabani ot
tanıyoruz? Aile büyüklerimiz kaç çeşit ot tanıyordu? Biz neden Giritli olmayı
seviyoruz?
Girit’in bendeki çoğul anlamlarından sadece birini çekip çıkarmak
istiyorum bugün. Dünyanın esas aldığı, Anadolu topraklarında da yaşattığımız Girit
mutfağına dair, alıkoyduğumuz ve geride bıraktıklarımızı belirleme girişimi kapsamında,
bazı hatırlatmalar yapmak ve adanın coğrafi anlamda gittikçe Afrika kıtasına
yaklaşması sebebiyle değişen bitki örtüsü ve dolayısıyla azalmakta olan yabani
ot çeşitliliğinin omuzlarımıza yüklediği ağırlıktan, başka bir deyişle ortak
sorumluluğumuzdan bahsetmek istiyorum. Günümüz Girit’inde yazık ki sadece dağ
köylerinde yaşamaya devam eden Girit mutfak kültürü, turizme yönelik kolay ve
hazır gıda üretiminin -özellikle sahil şeridindeki artışıyla- büyük kayba uğramıştır.
Dolayısıyla, bizler kendi payımıza, kendi cephemizde, Girit mutfağına sahip
çıktığımız oranda kültürümüz Küçük Asya topraklarında yaşamını sürdürecektir.
Mutfağımızın zenginliğini bir panele sığdırmak mümkün değil
lakin belli başlı öğeleriyle Girit’te ve İzmir’de yaşayan Girit mutfağı
arasındaki benzerlikler ve farklılıkları anlatmaya öncelikle arapsaçı veya
maratha’dan başlamak istiyorum. Bildiğiniz gibi arapsaçı kemikli kuzu etiyle
pişirdiğimiz un ve limon terbiyeli yemeği; mücveri; tarhana, kuru fasulye ve
börülce içinde kullandığımız muhteşem bir çeşnidir. Girit’te farklı olarak hala
kurutulup erişteye eklenir ve çeşitli
deniz ürünleriyle de pişirilir. Böreklere kazandırdığı enfes aromayı göz ardı
edemeyiz. Etli piştiğinde un ve limon yerine, Girit’te yumurta ve limon ilave
edilir.
Kemikli kuzu etiyle pişirdiğimiz veya haşlama salatasını
sıkça tükettiğimiz şevketi Bostan, nam-ı diğer askalivrus farklı olarak
Girit’in dağ köylerinde hala arapsaçıyla veya enginarla birlikte de
pişirilmektedir. Lakin artık Girit’te köküyle toplama zahmetine giren olmadığı
için çoğunlukla toprağın üzerinde kalan yeşil kısımları kullanılmaktadır. İlk
kuşak Müslüman Giritliler, şevketi bostanın haşlandığı suyu gece serinliğinde
–genellikle avluda- bekletip, ertesi gün tortunun üzerindeki duru suyu içerek
böbrek taşı-kumu dökerlermiş. Ayrıca idrar yolları ile ilgili şikayetlere iyi
geldiğine inanırlarmış.
Acı ve tatlı sarmaşık İzmirli Giritlilerce bildiğiniz gibi yaygın
olarak taze soğanlı ve yumurtalı pişirilir. Öte yandan Girit’te deniz
ürünleriyle veya etle de pişirilmekte, böreklerde peynir ilavesiyle birlikte kullanılmaktadır.
Blog’umu takip edenler bilir, ben avronyez
turşusu da yapıyorum.
Ebegümeci veya moloha gözlemelerde, sirke ve un terbiyeli ana
yemek şekliyle bildiğimiz başka bir yabani ottur. Girit’te ayrıca
sivrisinekleri uzaklaştırmak amacıyla, yaşlıların etraftan toplayıp vücutlarına
sürdüklerini de gözlemlemiştim.
Karışık ot, bahçe otu veya çiporta dediğimiz içine domates
yaprağına kadar bahçedeki bütün yeşillerin girdiği enfes yaz yemeğimiz hem
Girit’te hem İzmir’de hala hatırlanmakta ve gelenek sürdürülmektedir.
Deniz börülcesi ve körmen adıyla da bilinen yabani pırasayı,
baharda çitlembik ağacının filizlerinden yaptığımız turşuyu Girit’te bilen,
toplayan, tüketen kimseyle henüz karşılaşmadım.
Meşhur yemeğimiz balıklı bamya artık Girit’in unuttuğu
lezzetler arasında sayılabilir. Anadolu topraklarında, özellikle Cunda’da hala
liste başı yemekler arasındadır. Hem bamyaya hem balığa ekşi yakıştığını göz
önünde bulundurursak, umarım bugünden sonrasında deneyleyeceğiniz bir lezzet
olarak, tekrar mutfaklarınızla tanışır.
Kemik erimesi ve kıkırdak gelişimi için üretilen ilaçlarda
kullanılan salyangoz, çok az sayıda Müslüman Giritli’nin hala tüketmekte olduğu
bir lezzettir. Yeşilliklerin sadece filizini yiyerek büyüyen salyangozlara ağız
burun kıvırmak yerine, tavuk yediğimizi düşünecek olursak belki önyargılarımızı
bir kıyıya bırakabiliriz, ne dersiniz? Bütün yapmamız gereken yağmurdan sonra
toplayacağımız salyangozları bir hafta un veya makarnanın içinde bekletmek.
Sonra biberiye ve sirkeli buburisti, fırında kabaklı ve domatesli, pilavı,
makarnası, çeşitli yabani otlarla birlikte tüketebiliriz. Salyangozlu kozmetik
ürünleri almak yerine, içten aynı etkiyi sağlayacak olan ve tadı aynı deniz
ürünleri gibi olan salyangozun kendisini yiyebiliriz.
Kabak çiçeği veya anthous’un dolmasını hepimiz severiz. Eğer
vakitsizlikten içlerini dolduramazsak, çiçekler kapanır ve o koşulda un ve
yumurtayla kızartabiliriz. Maalesef, içleri doldurulmadan kapanan çiçekler
Girit’te artık çöpe atılıyor. Çiçek kızartması, bizler hatırladığımız sürece
yapılacak başka bir Girit lezzeti.
Stifado veya portakal kabuklu, defneli, tarçınlı et yahni
hem Girit’te hem de İzmir’de herhangi bir değişikliğe uğramaksızın hala
sofraları şenlendirmektedir ancak tarhana içeriği Girit’te bütünüyle farklıdır;
irmik ve sütle veya kesik süte kırık buğday eklenerek mayalanma sürecine
başlanır, daha sonra küçük parçalar halinde kurutulur ve kışlık olarak
saklanır. Tarhana sadece çorba olarak tüketilmez, tarhanalı ekmek yapılır,
dolmaların içine pirinç yerine tarhana koyulur.
Bakla yaprağıyla yapılan eşsiz salata, Girit’te de hala
tüketilmektedir. Lakin mustalevria adını verdiğimiz şıra ve nişastayla
pişirilen, son derece kolay ve sağlıklı tatlımız Girit’te artık hatırlanmamaktadır.
Aile büyüklerimizin jöle kıvamındaki bu lezzeti, güneşte kurutarak küplere
depoladıklarını eminim duymuşsunuzdur. Son derece hafif ve muhteşem bir Girit tadını
çocuklarınızın da tatmasını istemez misiniz? Peki en son ne zaman staka
yaptınız? Sütün kaymağını biriktirip, unla kavurdunuz ve şekerleyerek yediniz?
Staka’nın kilosu Girit’te 15 Euro, İzmir’de satışı yok ve sadece
yaşlılarımızdan bir kaçı evlerinde staka yapmaya devam ediyor.
Oğlak dolma hem adada hem de İzmir’de çok sık olmasa da hala
hatırlanmakta olan bir yemeğimiz. Öte yandan kaliçunya, Girit’te sadece anız
sütüyle yapılan mizithra peyniriyle hem tatlı hem de tuzlu haliyle masalara
kurulurken, Anadolu’da lor peyniri kullanılarak sadece şerbetli tatlısı
yapılmaktadır. Yolunuz Girit’e düşer ve kaliçunya yerseniz, sadece Hanya’da
tabağın kıyısında bir dal fesleğen görünce şaşırmayın çünkü kaliçunyanın yanında sadece Hanya’da fesleğen
bulunur. Girit’te yiyeceğiniz kalburabastı veya melomakarona şerbete yatırılmaz
onun yerine üzerine meşhur Girit balı gezdirilir.
Türkiye’de termiye veya Yahudi baklası olarak bildiğimiz
lubunya, idrar yolları iltihabı için şifadır ve atıştırmalık yerine tüketilir.
Zeytin gibi acısını atana dek suyu değiştirilir veya çuvallarda iskele
ayaklarına bağlanır. Hiç yediniz mi? Veya en son ne zaman termiye yediniz? Peki
aramızda kaç kişi hala karpuz, domates, turunç reçeli yapmaya devam ediyor?
Gelecek nesillerin de uzun ve kaliteli yaşam sırlarımızı yitirmemesi için
‘yabani otlarımızı’ tanıma, tanıtma ve toplama turları yapmamızın zamanı
geçmeye başlamadı mı dersiniz?
Öte yandan çeşitli av etleri Girit’te, İzmir’e kıyasla daha
çok tüketilmektedir ve bunun için ava çıkmak da gerekmez. Kasaplarda rahatlıkla
bulma olanağı mevcuttur. Göçle birlikte
İzmir’e ulaşmayan farklılıklar arasında ‘Girit mangalı’nı da sayabiliriz. Daire
şeklinde bir çember üzerine kargılara geçirilen etler oturtulur. Kargının
aroması ete ayrı bir lezzet katar, şişlerin metal olmaması en önemli püf
noktasıdır. Ateş çemberin ortasında, etlerden yaklaşık 40-50 cm. mesafededir.
Böylece et, ateşi uzaktan görür ve için için tandır kıvamında pişer. Kendi bahçelerimizde benzer bir düzenek
kurarak, Girit’e giderek, unutulan yemekleri geri kazanmaya çalışarak,
folklorik öğeleri ve özellikle dilimizi canlı tutarak kültürümüze sahip
çıkabiliriz ve esasen kültürümüze sahip çıkmak bizim yükümlülüğümüzdür.
Ben Mübadele’yi yaşamadım ama benim için mübadele devam
ediyor çünkü Girit yolculuklarıyla besleniyorum ve bir madinada da söylendiği
gibi Giritli olmakla gurur duyuyorum:
«Όπου κι αν πάω κουβαλώ χώμα του Ψηλορείτη,
και το σκορπώ για να γενεί ούλος ο κόσμος Κρήτη».
Özlem Yaşayanlar
4/05/2012
Giritliler Derneği
Girit Kültürü
Panel